Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım, onlar da beni izler.
Ben genç bir çocukken, büyükbabamın iki tane otlağı vardı, ikisi de evinden uzaktaydı. Birinde otlama mevsiminde genç sürülerini tutuyordu. Ters istikamette olan ötekinde ise yazları koyunlarını tutuyordu. Hem sığırlar, hem de koyunlar her yıl otlaklarına yürüyerek götürülürdü. Büyükbabamın sığırları otlağa götürmek için her zaman yardıma ihtiyacı vardı çünkü inekler yola tamamen yayılırdı. Büyükbabam yoldan çıkanları sopayla dürtmek için her zaman arkalarından yürürdü. Ara sıra yardım eden bizlerin, sığırların insanların evlerinin önündeki özel park yerlerine girmemeleri ya da dört yol ağızlarına gelindiğinde doğru yolda ilerlemelerini sağlamak için önlerinden koşmamız gerekirdi.
Büyükbaba koyunları otlağa götürürken yardımcıya ihtiyacı olmazdı. Ağılın kapısını açar ve onları gelmeleri için çağırırdı. Yolda yürür ve koyunlar onu izlerdi. Birisinin evinin önündeki özel park yerine geldikleri ya da dört yol ağzında bir yola dönmeleri gerektiğinde sadece, “Gelin, koyunlar” derdi. Koyunlar da, sevinçli bir şekilde meleyerek cevap verirlerdi. Her zaman birbirlerine ve Büyükbaba’ya mümkün olduğu kadar yakın dururlardı. Büyükbaba otlağın kapısını açıp onları içeri soktuğunda hemen yayılır ve taze otları yemeye koyulurlardı. Büyükbaba çitleri kontrol edip su çekmek için değirmeni çalıştırdığında koyunlar yeşil çayırlarda yatmaya hazırdı ve susadıkları zaman da kendileri için sakin sular vardı.
Bizler de yaşam yolunda yürürken, dürtülmesi gereken ve her boşluk ve yol ayrımında yol gösterilmesi gereken sığırlar gibi olmayalım. Bunun yerine, Çobanımız İsa çağırdığında O’na kulak verip O’nu sevinçle izleyelim. O zaman bizler de sakin suların kıyısına götürüleceğiz ve yeşil çayırlarda yatacağız.
İsa nereye götürürse O’nu izleyeceğim. İsa’yı her gün izleyelim.