Ninova halkı Tanrı’ya inandı. —Yunus 3:5a
Uzun yıllar önceki (1912’de) o unutulmaz gün hayatta kalıp da güneşin doğuşunu gören 705 kişi buruk bir sevinç içindeydi. Titanik adlı geminin ilk yolculuğunda, İngiltere’den ayrıldıktan sadece günler sonra, yaklaşık 1500 aile üyesi ve dostunun Atlantik Okyanusu’nun buz gibi sularında sonsuzluğa girmiş olduklarını düşünmek çok üzücüydü. Kaptan, geminin ihtişamı hakkında, “Tanrı’nın Kendisi bile bu gemiyi batıramaz” demeseydi, milyonerler için uyarlanmış odalara sahip bu lüks geminin sonu bu kadar sıradışı olmayabilirdi.
Hayatta kalanların tanıklıklarına göre, Titanik’in ayırıcı özelliği, tasarlanışından batışına dek, gurur ve kibir olmuştu. 269 metrelik gemi, bir buzdağına çarpıp yarıldıktan sonra karanlık sulardan oluşan mezarına yavaşça gömüldü. Kaptan, yakınlardaki gemilerin bölgenin tehlikeli buz dağlarıyla dolu olduğuna dair acil uyarılarını tekrar tekrar hiçe saymıştı.
Genelde uyarıda bulunmaktan hoşlanmayız. Ret ya da alay edileceğimizi düşünerek çekiniriz. Yunus’a, 120,000’den fazla nüfuslu bir kenti, kötülükleri yüzünden Tanrı’nın yargısının üzerlerine inmek üzere olduğu konusunda uyarması buyrulmuştu. Yunus ilk önce bunu yapmamak için direndiyse de, sonunda buyruğa itaat etti ve kent onun sözlerine inandığı için yok edilmedi. Etrafımızda yakın tehlikelerle karşı karşıya olan “gemiler”e karşı ne gibi bir sorumluluğumuz var? En kolayı, gözlerimizi kaçırıp uyarı çanını bir başkasının çalmasını umut etmektir. Ama mahvoluş yolunda ilerleyenlere gerçeği sevgiyle söylememiz gerekir. Ayrıca, Kaptanımız İsa Mesih’e sadıksak, diğer tarafta bizi bekleyen sevinci düşünerek de cesaret buluruz.
Ama iman etmedikleri kişiyi nasıl çağıracaklar? Duymadıkları kişiye nasıl iman edecekler? Tanrı sözünü yayan olmazsa, nasıl duyacaklar? —Romalılar 10:14