Resim: Kirill Pershin
İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz. —Vahiy 3:20
Gece karanlıktı. Kuşlar sessizdi. Gündüz uyanık olan doğa dinleniyor, uyuyordu. Hapishane kapanmış, kilitlenmiş ve korunuyordu. İçerideki askerler de tutukluların kaçamayacağından emin bir şekilde dinleniyorlardı. Uyuyan kentin küçük sokaklarından birindeki bir evde, inanlılardan oluşan bir grup “kapıyı çalıyordu.” Aralarından biri için yürekleri ve akıllarıyla cennetin kapısını çalıyorlardı.
Bir adam, rutubetli bir hapishanenin zemininde Romalı muhafızlara zincirlenmiş olarak sakin bir şekilde uyuyordu. Hayatı Tanrı’nın elindeydi ve bu da ona güvenlik ve huzur getiriyordu. Gecenin bir yerinde insanlar, uyuyan insanların duyamayacağı bir şekilde “cennetin kapısını çalmaya” devam ediyordu.
Birden bire cennette kapının çalışı işitildi. Rab Tanrı duydu ve harekete geçti. Hapishanede bir ışık görüldü; bu ışık bir melekten geliyordu. Bu göksel varlık tutukluyu uyandırdı. Tutuklu ayağa kalktığında zincirleri zemine gürültüyle düştü. Sandaletlerini ve giysilerini giydikten sonra esaretten özgürlüğe taşındı. Onu seven arkadaşları onun için “kapıyı çalmaya” devam ediyordu. Tanrı işitmiş ve melekler sevinmişti!
Dostum, siz “kapıyı” ne kadar ısrarlı bir şekilde “çalıyorsunuz?” Kapıyı çalışınız cennetin dikkatini çekiyor mu? Kayıp, zor zamanlar geçirmekte ve geriye kaymakta olan kişiler için kendiniz kadar dua ediyor musunuz?
Hapishanenin demir kapılarının kendiliğinden açıldığı halde, arkadaşlarının evine girebilmek için kapıyı sabırla çalmasının gerekmesi Petrus için çok tuhaf olmuştu.
Bugün üzerinde düşünmemiz gerekenler, dayanmak ve sadık olmaktır.
Tanrı’nın kaynakları her zaman insanın ihtiyaçlarından daha büyüktür.