Reform hareketi (İ.S. 1517-1648), Protestan akımların Katolik Kilisesi’nden koptuğu zamana rastlar. İnsanlar, mutlak yetki ve yaşam kılavuzu olarak Kutsal Kitap’a döndü. Bazı kişilerin Hıristiyanlık içinde kendi hareketlerini başlatmasıyla, değişik mezhepler üreten gelenek sorgulanmaya başladı.Reformun öncüleri, kurtuluşun kurumsal kilisede değil, Mesih’e olan iman aracılığıyla gerçekleştiğini ifade ettiler. Her birey, rahiplerin aracılığı olmadan Tanrı’nın önüne çıkabilirdi.

Reformcular, ilk kiliseyle benzer bir öğretiye sahiptiler. Bireyin kendi çabasıyla, yaptığı iyiliklerle ya da ayinlerle değil, Mesih’e iman etmesiyle aklandığını ilan ettiler. Bireysel iyiliklerle cennete gidilemeyeceğini öğrettiler. Tek güç dayanağı, Mesih’in kendi yaşamında sergilediği Tanrı’nın merhametiydi. Sonunda tapınma biçimi ayinsel havadan uzaklaşarak yerini, evlerde yapılan coşkulu ve doğal toplantılara bıraktı. İnsan fiziksel olarak Tanrı’nın Egemenliği’ne giremeyeceğine göre, Tanrı’yla olan ilişkisini dinsel adanmışlığıyla belirler.

Protestanlar, bireyin neye inanacağına, politik ya da dinsel baskılarla değil, kendinin yapacağı özgür seçimle karar vereceğine ve başkalarına katılacağına inanıyorlardı. Bu tutum dinsel özgürlüğü ve her Avrupa devletinin kendi kendini yönetme hakkını elde etmesini sağladı. Reform hareketi bireyin iradesini, bireysel dinsel deneyimi ve bireysel seçim ne olursa olsun, farklı inançların hoş görülmesini vurguladı. Sonunda dinsel baskı, bağnazlık ve hoşgörüsüzlük çağdaş dünyada anlamını yitirdi; kişisel inanç ön plana çıktı.