Konstantin’in İ.S. 312’de Hıristiyanlığı kabul etmesi Hıristiyan Roma İmparatorluğu’nun başlangıcı sayılır. İstanbul,Roma dünyasının merkezi haline geldi; Hıristiyanlık da siyasal ve kurumsal bir nitelik kazandı. Çok geçmeden Roma piskoposu (Papa), Batı dünyasındaki kilisenin başı olarak tescil edildi. O yıllarda toplum ahlâksızlık ve yanlış inançların etkisi altındaydı. Temiz, ahlaklı bir yaşam süren Hıristiyanlar, bu nedenle tanrısızların hedefi haline geldi. Kutsal Kitap’a uygun bir yaşam süren Hıristiyanların cinsellik, evlilik, çalışma, aile ve genel olarak toplum konusundaki görüşleri farklıydı. Hıristiyanlar hor görülürdü; çünkü sıradan halkla iç içeydiler ve baskıcı zengin üst sınıfın adaletsiz uygulamalarına karşı geliyorlardı.
İlk kilisede tapınma oldukça basitti: İlahiler, dualar, Kutsal Kitap’tan okumalar ve diğer inananlarla paydaşlık.Bütün bunların üstünde, birbirlerine duydukları sevgi ve saygıyla tanınırlardı. Kilise daha kurumsal bir nitelik kazandıkça, bazıları kendilerine makamlar uydurdu ve hatta kiliseden daha önemliymişler gibi kendilerini yücelttiler. Çok geçmeden gelenekler kökleşti ve öğretiler yozlaşmaya başladı. Artık kurtuluş sadece Mesih’e olan imanla değil, kilise geleneklerine olan bağlılıkla ölçülmeye başladı. Tapınmanın merkezinde, inananların birbirlerini ruhsal yönden geliştirmek ve karşılıklı sevgi değil, törenler ve ayinler vardı. Hıristiyanlık siyasal bir güç, kilisenin kendisi de soğuk bir kurum haline geldi. Dinsel bir kurum olmasına rağmen, kendisine bağlı olanlara ruhsal bir yaşam veremez oldu.
Bu dönem, büyük kilise konseylerine ve İstanbul ile Roma’yı ayıran siyasal gelişmelere zemin hazırladı. Gerçekte Konstantin, dağılmakta olan imparatorluğu birleştirmek için Hıristiyanlığı imparatorluğun dini ilan etmişti. Kilisenin güçlenmesiyle tapınma biçimi de değişti; ayinler daha karmaşık ve resmi bir yapı kazandı. Rahipler sıradan halktan daha önemli, resimler ve büstler tapınılan birer put, Meryem, İsa’dan daha çok yüceltilir oldu. Azizlerin mezarları kutsal yerlere, kiliseler şatafatlı ve ruhsal yönden soğuk binalara dönüştü. Kutsal Kitap’ı yorumlama ayrıcalığı halkın elinden alınıp din önderlerine verildi. Sonuç olarak ilk kilisenin o coşkulu imanı, yavaş yavaş dinin kurumsal ve hiyerarşik yapısına feda edildi.
Ortaçağ dönemi (İ.S. 590-800) genellikle Karanlık Çağ diye bilinir. Bu çağda kuzey ve batı Avrupa’daki putperest işgalciler Hıristiyanlığı kabul ettiler. Bu arada 7. ve 8. Yüzyıllarda Ortadoğu’da yeni bir güç haline gelen Müslümanlar, eski Hıristiyan bölgeleri işgale başladılar. Bunlar olurken, İstanbul’da başlayan ikonalara tapınma sorunu Hıristiyanlar arasında yeni bir çatışmanın kaynağı oldu. Kurumsallaşan kilisedeki yozlaşmanın sonucunda, insanlar Kutsal Kitap’ı incelemek ve öğrenmek için manastırlara kapandılar; bu da üniversite kurumunun filizlenmesine yol açtı. Siyaset ve din birliği, devlet ve kilise ittifakını doğurdu; bu iki gelişme Avrupa’da Hıristiyan Roma İmparatorluğu’yla sonuçlandı.
Hıristiyan Roma İmparatorluğu dönemi (İ.S. 810-1054), derebeylerinin geniş toprakları denetimleri altına aldıkları ve kilise içindeki nüfuzlarını arttırdıkları döneme rastlar. Doğulu imparatorlar kiliseyi kendi denetimleri altında tutmaya çalışırken, devlet-kilise ilişkilerinde büyük sıkıntılar yaşadılar; bu durum Avrupa’daki yoksul Hıristiyanların kötü muamele görmelerine neden oldu. Üniversitenin Batı Avrupa’da gösterdiği gelişmenin sonuncunda kilise daha laik bir çizgiye kaydı. Doğu kiliseleri Slav yazısını geliştirip Doğu Avrupa’ya kaydı. Batıda manastır reform hareketleri, kurumsallaşan kilisedeki yozlaşmaya büyük tepki gösterdi ve kiliseyi laikliğin etkilerinden özgür kılmanın yollarını aradı. Doğu ve Batı kiliselerindeki farklı siyasetler İstanbul’daki Büyük Bölünmeye (İ.S. 1054) yol açtı. İç siyasi çatışmalar günümüze kadar gelen coğrafi, teolojik, örgütsel ve felsefi bölünmeleri ateşledi.