Rab İsa Beni Çok Değiştirdi
Asistan Sivas
Ben 1 Ocak 1961 yılında Sivas’ın Çatalkaya köyünde doğdum. Anam beni bir ahırda doğurmuş. Fakat çok cılız ve sağlıksız doğmuşum.
Bu nedenle beni bir buçuk yaşında dedemin ve babaannemin oturduğu şehir olan İstanbul’a göndermişler ve bundan sonraki yaşamımı İstanbul’da sürdürmüşüm ve hâlâ İstanbul’da yasamaktayım. Rab İsa’ya gelişim ise şöyle oldu.
17 veya 18 yaşlarında Tanrı’yı merak etmeye başladım. Alevi bir ailenin çocuğu olduğumdan camiye gitmiyordum. Onun için İslamî bilgim yoktu. Her gece yatarken beni kim yarattı, bu dünyayı, bu evreni kim yarattı diye düşünüyordum. Çünkü evrende her şey muazzamdı. Bunu yaratanı bilmek istiyordum. Yıllar çabucak akıp geçti. Askere gittim, döndüğüm zaman içimdeki Tanrı’yı tanıma arzusu gittikçe büyüdü camilere gidip İslami yayınlar almaya başladım. Fakat namaz kılmıyordum. Çünkü Alevi idim. 24-25 yaşlarında camideki bazı insanlarla dostluk kurmaya başladım ve sonra bazı kişilerden namaz ve sureleri öğrenmeye başladım. Artık camiye gidiyor ve namaz kılıyordum. Ve tabii ki binlerce kural öğreniyordum. Her şeyi eksiksiz yapmak istiyordum çünkü Allah’ı hoşnut etmek istiyordum. Düşündüğüm tek şey Tanrı’yı mutlu kılmaktı. Elimden geldiği kadarı ile tüm kurallarını yerine getirmek istiyordum. Fakat mükemmel olmadığımı biliyordum, ve bende hâlâ bir şeyler eksikti, mutlu ve tatmin olamıyordum. İki yıl kadar camiye gittim, namaz kılıyordum, kurallara uymaya çalışıyordum.
Fakat mutlu değildim. Sonra düşünmeye başladım. Ben Tanrı’yı mutlu edemiyordum ve Allah benden çok şeyler istiyordu. Bir gece yatağımda oturup Allah’la konuşmaya başladım.
“Neden Allah’ım, dedim bu kuralları yapmamı benden istiyorsun, görmüyor musun ben mutsuzum seni nasıl mutlu edebilirim? Bütün kurallarını yapmak istiyorum ama zayıfım, görmüyor musun? Her gece ağlıyorum. Sen ağlamanın ne olduğunu biliyor musun? Bana öğretilen yalnız kurallar. Fakat ben seni tanımak istiyorum. Çocukluğum büyük acılarla geçti. Ufak yaşlarda çalışmaya başladım önce insanlar tarafından ezildim. Sen insanlar tarafından ezildin mi, sen benim yaşadıklarımı yaşadın mı? Evet ben seni anlamak istiyorum ama sen beni anlamak istemiyorsun. Çünkü sen benim yaşadıklarımı yaşamadın, sen beni anlayamazsın, anlasaydın bana acılar ve sıkıntılar içinde bu kadar kural öğretip benden istemezdin. Sen mi büyüksün yoksa ben mi? Büyük olan verir. Hani sen en büyüktün, hani sen en ulu idin, nerede senin büyüklüğün? çünkü ben hep sana verdim, sen bana ne verdin? Ben insan olduğum halde seni mutlu etmeye çalıştım. Fakat ben mutsuzum böyle büyüklük olmaz diye düşündüm ve ondan sonra Allah’a olan inancım büyük ölçüde sarsılmaya başladı.
Artık camiye gitmiyor ve Allah’ı hoşnut etmek için hiçbir şey yapmıyordum. Zaten Allah hiç bir şeyden hoşnut olmuyordu. Ve Allah’ı aklımdan silmeye çalıştım, belki de Allah yoktu. Ateist arkadaşlar edinmeye başladım, artık onlarla yasıyordum, onların öğretileri çok mantıklı geliyordu. Onlara göre Allah yoktu, biz vardık. Biz olmazsak Allah’ta olmazdı, çünkü Allah’ı biz yaratıyorduk. Eğer biz yoksak Allah’ta yoktu ve bu arkadaşlardan öğretiler almaya başladım. Artık özgürdüm, kimse için bir şey yapmak zorunda değildim. Hele Allah için hiçbir şey. Bu hayat benimdi, her şeyi yapabilirdim.
Artık yiyebilir, sabahlara kadar içebilir, çılgınca eğlenebilirdim ve buna kimsenin karışmaya hakkı yoktu. Artık her şeyi yapabiliyordum. ilk önce içki içmeye başladım, her gün eve sarhoş geliyordum ve her gün içiyordum. Tanrı’ya inananlarla alay ediyordum, çünkü hepsi zavallı idi, olmayan şeye inanıyorlardı. Zaman geçtikçe artık içki beni uyuşturmuyordu sonra esrar kullanmaya, ardından hap almaya başladım ve bir sürü cinsel ahlaksızlığın içine girdim. Artık seks benim için normaldi, kiminle yatıp kalktığımı bilmiyordum. Yıllar su gibi akıp gidiyordu ve bütün kazancımı uyuşturucu ve sekse harcıyordum. Sağlığım günden güne bozuluyordu. Ellerim titremeye başladı çok asabi olmaya, herkesle kavga etmeye başladım. Artık kendimi kontrol edemiyordum. Bazen uyuşturucu alabilmek için hırsızlık yapıyordum. Tornacı olduğumdan isim hassaslık isteyen bir işti, işimi kaybetmek üzereydim, çünkü ellerim titriyordu, bir türlü kendimi işime veremiyordum. Günden güne daha kötüye gidiyordum. Hani bu hayat benimdi, hani ben özgürdüm? Oysa şimdi “benim” dediğim hayatı kontrol edemiyordum. Kendimi özgür sanırken birçok şeyin tutsağı olmuştum. İçki, uyuşturucu, seks beni tutsak etmişti. Artık kurtulmak istiyordum, ama başaramıyordum. İlk önceleri her şey güzeldi, fakat sonra bu yaşam bana göre değil diyordum. Ben böyle bir insan olamam diyordum, birçok kez bu hayattan dönmeye çalıştım, fakat olmuyordu, biri bana yardım etmeliydi, biri elimden tutmalıydı, biri bana yol göstermeliydi, biri beni çok sevmeli idi ve aklıma tekrar Allah geldi.
Hatırladığım kadarı ile yine içiyordum. Odama çekildim, geç saatlere kadar esrar ve içki içmeye başladım, sonra ağlamaya ve odamda kendi kendime konuşmaya başladım. Ey Allah’ım, sen kimsin, sen nesin? Gördüğün gibi tekrar sana geldim, seni tanımak istiyorum, ne olur bu hayattan beni kurtar, Gördüğün gibi çok kirliyim, istersen beni kabul etmeyebilirsin, sana olduğum gibi geliyorum.
Ne olur kendini bana açıkla dedim ve yatağımda sızıp kaldım. Bir rüya görmeye başladım. Eli silahlı düşmanlarım beni öldürmek için kovalıyordu, bense durmadan kaçıyordum, artık koşmaktan yorulmuştum, düşmanlarım beni yakalamak üzere idiler, bir yerlerden sesler duymaya başladım, o yöne doğru koşmaya başladım, önüme büyük bir duvar çıktı, arkasından Allah’ı öven ilahiler geliyordu, zıplayarak duvarın üstüne çıktım, fakat burası bir kilise idi. Kiliseye girmek istemiyordum, fakat duvarın üstünden aşağıya da inemiyordum. Düşmanlarım beni öldürmek için bekliyordu.
Kiliseden iki güleryüzlü insan: “Buraya gel hadi gel,” diyordu. Elimden tutup beni yanlarına aldılar ve düşmanlarımdan kurtardılar. Sabah uyandığımda rüyayı çok iyi hatırlıyordum. Fakat rüyanın ne anlama geldiğini anlamıyordum. Zaman su gibi akıp geçiyordu ve ben halâ içiyordum. Bir gün evde gazete okurken, gözüm bir yazıya ilişti. Yazıda aynen şöyle diyordu: “Misyonerler çocuklarımızı zehirliyor, çocuklarımıza İncil dağıtıp onları Hristiyanlaştırıyor.” Tabii ki, İncil gönderen yerin adresini de yazmışlardı.
İncil’i merak ediyordum, adını duymuştum fakat hiç okumamıştım. Biliyordum ki, beni kimse zehirleyemez, ben zaten zehirlenmiştim, artık yaşamıyordum, zaten ölmüştüm. Hemen gazeteden İncil’in dağıtıldığı adresi kestim ve cüzdanıma koydum. Sonra bu adrese mektup yazıp bir İncil istedim. İki hafta sonra İncil ücretsiz olarak elime geçti ve İncil’i okumaya başladım fakat hiçbir şey anlamıyordum. Bana roman gibi geliyordu. Tekrar tekrar okuyordum, anlamıyordum.
Sonra İncil gönderilen yerden bir mektup geldi. İsterseniz bizimle yazışabilirsiniz diyordu, ve böylece bu adresteki insanlarla yazışmaya başladım ve onlara İncil’i anlamadığımı yazdım ve mektuplaşma kurslarına katıldım. Onlar bana eğer İncil’i anlamak istiyorsan önce dua et ve sonra oku diye öneride bulundular ve bana bir örnek yazı gönderdiler, çok ilginç bir dua idi. Eskiden öğrendiğim, anlamını bilmediğim dualar gibi değildi. Bu dua Türkçe bir dua idi. Hâlâ mektuplaşma kurslarına devam ediyordum. Bir gün kurstan İncil’in Luka bölümünün 15:11’deki kaybolan oğul benzetmesi hakkında bir ders geldi. Okumaya başladım, yüreğimde bir şeyler oluyordu, gözlerim doluyor okudukça ağlıyordum, sanki sözler yaşıyor ve içime giriyordu. İlk defa İncil’de bir ayet beni ağlatıyor, hem de çocuk gibi ağlıyordum. Tüm kaybolmuşlardan ricam, bu ayetleri lütfen okusunlar. Luka 15:11-31, bu ayetleri okuduktan sonra çok ağladım, bir çocuk gibi ağladım. Evet, kaybolmuştum ve Tanrı beni buluyordu. İncil’deki bu bölümle Tanrı’nın beni ne kadar sevdiğini anlamaya başladım. Çok kirli olduğumu biliyordum.
Fakat Tanrı beni bu halimle sevebiliyordu. Kollarını açıp:
“Gel oğlum, neredesin? Görmüyor musun, bütün yıl seni bekledim, gel utanma, sen benim oğlumsun” dedi. Ben utanç içinde kollarımı açmışken o bana kollarını değil bütün yüreğini açıyor, beni ne kadar çok sevdiğini anlatıyordu. Bu bölümle Tanrı’yı sevmeye başladım. Sonra İncil’in diğer bölümlerini okuyor ve düşünüyordum. Bir gün mektuplaşma kursundan bir not geldi. Tövbe edip İsa Mesih’i hayatına alabilirsin ve bana bir dua örneği daha göndermişlerdi. Tabii ki hemen tövbe etmek istiyordum. Fakat gönderdikleri dua örneğinde şöyle yazıyordu.
“Eğer Rab İsa’yı Kurtarıcın ve RAB’bin olarak kabul ediyorsan bu duayı et ve Rab İsa’yı yaşamına al.” Evet, Allah’ı seviyordum artık ama İsa nasıl Rab olur?
O bir peygamber ve iyi bir insan İncil’de okuduğum kadarı ile çok iyi şeyler yapmış, bir sürü haksızlığa uğramış, acılar çekmiş, reddedilmiş, bizler gibi denenmiş, sonra ölmüş ve dirilmiş.
Ben ona nasıl Rabbim diyebilirim? O bir insan, o bir peygamber. Tamam, İsa gerçekten iyi bir insan. İncil’i okuduğum kadarı ile günahsız bir insan, fakat Tanrı olamaz diyordum, kendi kendime. Bir yanlışlık olmalıydı bunda, ya onlar saçmalıyordu ya da ben anlamıyordum. Uzun uzun düşünmeye başladım. İçimden bir şey İsa Rab diyordu, fakat aklımla hayır olamaz diye çatışıyordum. Çünkü Allah’a kimse acı, elem çektiremez diye düşündüm. Sonra eski günleri hatırlamaya başladım.
Allah’a isyan ettiğim günleri düşündüm yine… O günlerde şöyle demiştim: “Ey Tanrı, sen acı çektin mi, sen reddedildin mi, sen ağladın mı, benim yaşadıklarımı yaşadın mı, benim çektiklerimi çektin mi? Ey Allah, sen bunları yaşamadın, sen göklerde, ben yeryüzündeyim. Sen emir verirsin ben yaparım” Evet, aynen böyle demiştim. Bunları Tanrı’dan istemiştim. Eğer benim yaşadıklarımı Allah yaşadı ise o beni anlardı. Allah’ın günahsız olduğunu anlıyorum ve İsa’nın da. Evet, İsa günahsız ve o benim yaşadıklarımı yaşadı.
Hatta benim tattığım acıların daha büyüğünü tattı. Benim çektiğim acıların bir nedeni vardı çünkü günahlı idim. Oysa İsa’da hiç günah yoktu ama çok acı çekmişti.
İçimden bir ses ben de senin yaşadıklarını yaşadım, ben seni anlayabilirim, oğlum – diyordu. Bende, evet İsa Mesih sen beni anlarsın, sen benim Rabbim ve Allahımsın dedim ve diz çöküp ağlayarak; “İsa beni bağışla, Tanrım beni bağışla şimdi seni çok daha iyi anlıyorum,” dedim. Ayetler zihnimde birer birer çözülmeye başladı.
Eskiden Allah’a söylediğim bir söz daha vardı, Sen mi büyüksün ben mi, bana ne verdin ki, benden ne istiyorsun? Benim bildiğim sen büyüksün ben zavallıyım o zaman sen benden değil ben senden istiyorum. Söyle bana ne verdin çünkü büyük olan verir istemez.
İslam’da Hz. Ömer’in bir sözü vardı: “Bugün Allah için ne yaptın?” Ve ben de Allah’a soruyorum: “Ey Allah ya sen bugün benim için ne yaptın?” Bu sorularımın cevabını Incil’in Yuhanna 3:16 ayeti açıkladı. “Tanrı dünyayı (yani bizi) o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlunu verdi.” Yani Allah her şeyinden çok sevdiği biricik Oğlunu benim günahlarım için feda etti. Suçlu bendim, O benim yerime öldü. Ölümü ben hak ettim, fakat İsa cezaya uğradı, halbuki bunların hiç birini hak etmemişti. Ve Tanrı’nın bana ne kadar büyük bir şey verdiğini ve O’nun bize olan yüce sevgisini anladım. Ve artık eskiden söylediğim her soruya Tanrı Oğlu İsa aracılığı ile sözünde konuşuyordu ve bana cevap veriyordu.
Eğer Tanrı’nın bize olan lütfünü İsa’nın bize olan sevgisini anlamak istiyorsak Yeşaya’daki şu ayetleri okuyup derin derin düşünelim. “Verdiğimiz habere kim inandı? Rab ‘bin gücü kime açıklandı? O Rab ‘bin önünde bir fidan gibi, kurak yerdeki kök gibi büyüdü. Bakılacak biçimden, güzellikten yoksundu. Gönlümüzü çeken bir görünüşü de yoktu. İnsanlarca hor görüldü, yapayalnız bırakıldı. Acılar adamıydı, hastalığı yakından tanıdı. İnsanların yüz çevirdiği biri gibi hor görüldü, O’na değer vermedik. Aslında hastalıklarımızı o üstlendi, acılarımızı o yüklendi. Bizse Tanrı tarafından cezalandırıldığını, vurulup ezildiğini sandık. Oysa bizin isyanlarımız yüzünden onun bedeni deşildi, bizim suçlarımız yüzünden o eziyet çekti. Esenliğimiz için gerekli olan ceza O’na verildi. Bizler onun yaralarıyla şifa bulduk. Hepimiz koyun gibi yoldan sapmıştık, her birimiz kendi yoluna döndü. Yine de Rab hepimizin cezasını ona yükledi. O baskı göriip eziyet çektiysede, ağzını açmadı. Kesime götürülen kuzu gibi, Kırkıcıların önünde sessizce duran koyun gibi, ağzını açmadı.’’ (Yeşaya 53:1-7)
Artık Allah’ın isteyen değil veren bir Allah, hem de cömertçe bol bol veren bir Allah olduğunu anladım. İsa’da Allah’ı tanıdım. Bildim ki, O görünmez Allah’ın görüntüsü ve Allah’ın ta kendisi. Bana bu kadar çok şey veren Allah’ı tanıdıktan sonra bende O’na bir şey vermek istedim ve yaşamımı O’na, O’nun ellerine teslim ettim. Artık ben yaşamıyorum Allah bende yaşıyor. Çünkü şu ayet her şeyi benim yerime söylüyor. (Galatyalılar 2:20) “Mesih ile beraber haça gerildim ve artık ben yaşamıyorum.”
Fakat Mesih bende yaşıyor ve şimdi bedende yaşadığım hayatı beni seven ve benim uğruma kendini feda eden Allah’ın Oğlunu (yani İsa Mesih’e) olan imanla yaşıyorum.
İşte kardeşler, Tanrı sorduğum her soruma yanıtlar veriyor. Tanrı o kadar uzakta değil O bizim yanımızda, O bizim içimizde. O’na içtenlikle yaklaşalım. İsa ile yaşam dopdolu bir yaşam.
Şimdi bir kiliseye 7 senedir devam etmekteyim. Tabii bu kiliseye gelişiminde ayrı bir öyküsü var, şimdi onu anlatacağım.
Mektuplaşma kursunu bitirdikten sonra mektuplaşma kursundan bir arkadaş beni telefonla arayarak, “Turan seninle daha yakından tanışmak istiyoruz. Eğer sen de istiyorsan tanışabiliriz,” dediler. Bende evet sizleri tanımak istiyorum dedim ve sonra bir arkadaşla Taksim Atatürk anıtının önünde buluştuk sohbet ettik. Birbirimizi tanıdık. Sonra bir otel lobisinde uzun uzun konuşmaya başladık. Ve bu arkadaş bana “Turan bir kiliseye gidiyor musun?” dedi.
Bende “Beyoğlu’nda bir kilise var, ara sıra oraya gidip dua ediyorum,” dedim. Arkadaş bana “Türklerin gittiği bir kilise var oraya gitmek ister misin?” dedi. Sevinerek “Tabii gitmek isterim,” dedim. Ve beni elimden tutup Türklerin toplandığı bir kiliseye götürdü. Kiliseye geldiğimizde şöyle bir afalladım ve arkadaşa dönüp, “Davut, ben bu kiliseyi daha önce gördüm, fakat ne zaman bilmiyorum, hafızamı yokluyordum bir türlü çıkaramıyordum. Kilisenin içine girdik, insanlar seviniyor coşuyor ve Allah’ı yüceltiyordu. Çok hoş ve güzel bir kilise idi. Hepsi Türk’tü. Fakat aklımda hâlâ ben bu kiliseyi nerede gördüm diye durmadan düşünüyordum.Tapınma bitti. Tapınmadan sonra sohbet ve çay saatinde, insanlarla tanışmaya başladım, hepsi çok samimi ve içten insanlardı. Allah’ın ışığı yüzlerine yansıyordu. İçim sevinçle dolu olarak eve geldim. Hâlâ kiliseyi düşünüyordum. Ben bu kiliseyi daha önce görmüştüm. Fakat nerede bir türlü çıkaramıyordum ve kiliseye düzenli olarak gitmeye başladım. Aradan bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Bir gün çalıştığımız işyerinde bir işçi: “Turan ağabey sen çok değişmeye başladın. Artık eskisi gibi değilsin, bizlere kızmıyor, bizlere bağırmıyorsun artık, seni çok seviyorum,” dedi. Çünkü İsa’ya gelmeden önce onlara çok kötü davranıyor, hatta bağırıp dövüyordum. Kendimi onlardan üstün görüyordum.
Ben onların ustası idim, onlar ise benim gözümde işçi idi. Fakat artık onlara sevgi ile yanaşıyor hatta bazen onların işini de ben yapıyordum. İşyerimizde iyi bir ortam yakaladık.
Artık herkesi sevebiliyordum. Ben bunu görmüyordum. Fakat işçiler her zaman bana gelip “Turan ağabey ne oldu da böyle değiştin, gerçekten çok iyi bir insan oldun, hep böyle ol,” diyordu. Ben de onlara: “Pek iyi çocuklar, hep böyle olmaya çalışacağım, ama bilin ki bunu ben yapmadım, bunu İsa yapıyor,” dedim. Ve bazen öğle yemeklerinde onlara İncil’den paylaşıyordum. Artık onlardan ayrı yemek yemiyordum, beraber yemek yiyorduk. Bu onların hoşuna gidiyordu, çünkü ustaları onlarla beraber yemek yiyor, onların her sorununu dinliyordu. Tıpkı İsa’nın benimle ilgilenip yemek yediği gibi. Şimdi bu çocuklar nerede bilmiyorum. Ama Tanrı’nın Sözü olan tohumları onların yüreğine ektiğime eminim.
İsa’ya geldikten sonra çok değişiklikler olmaya başladı. Artık içki içmiyor ve uyuşturucu kullanmıyordum. Günden güne İsa bu illetten beni temizliyordu. Fakat seks konusunda zorlanıyordum. İsa’ya ilk geldiğim yıllarda hatırladığım kadarı ile 2 veya 3 hayat kadını ile yattım. Fakat bu yaptığım şey şimdi beni çok rahatsız ediyordu. Yüreğim pişmanlık duyuyordu ve bir gün İsa bu seks belasından beni kurtar, bana yardım et, dedim. Utancımdan yaptığım şeyi kimseye anlatamıyordum. Oysa İsa’ya inanmadan önce yaptığımız bu kötü şeyleri ballandıra ballandıra kendimize övünç kaynağı yaparak ona buna anlatırdık. Oysa şimdi öyle değildi. Yaptığımdan utanıyor ve pişmanlık duyuyordum.
Bir gün yine bir hayat kadınına gittim ve onunla anlaştım, parayı verdim içeri girdik. Fakat bana bir şeyler olmaya başlamıştı. Midem bulanıyordu ve kadıncağıza “soyunma üstünü giy,” dedim. Kadın şaşkın şaşkın; “Oğlum, sen manyak mısın, parayı verdin seninle anlaştık,” diyordu. Kadın giyinirken garip garip bana bakıyordu, aklından ne geçiriyor bilmiyordum, beni belki de deli zannetti, sonra bana; “Eğer benimle beraber olmayacaksan niçin buraya geldin?” dedi. Ben de ona; “Bilmiyorum, bana hiçbir şey sorma, verdiğim para senin olsun,” dedim.
Koşar adımlarla kadının yanından uzaklaştım, dışarıda bir köşede kusmaya başladım ve durmadan; “Tanrım, ben iğrenç biliyim, ben iğrenç biriyim,” diyor ve kendimden tiksiniyordum. O gece eve gidip; “İsa bana yardım et, neden bu şeyi yapıyorum? Yapmak istemiyorum, gördün kendimden iğrendim, bana bir şeyler söyle ne olur,” diye yalvardım.
Sonra İsa’nın şu sözü aklıma geldi: “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi bir başkasına yapma.” Evet, Tanrı yani İsa yine konuşuyordu ve dediği doğruydu. Ben hiçbir zaman ne annemin nede kız kardeşimin zina yapmasını istemiyordum. O zaman ben de bunu başkasına yapmamalıydım. Zaten yattığım hayat kadınlarının ruhuna değil yalnız bedenine sahip oluyordum, onların hayat kadını olması onların suçu değil, benim ve benim gibilerinin suçu idi. Eminim ki, bu hayat kadınları bu yaşamı seçmedi, onları bu hayata biz sürükledik, onların da yaşamak haklarıydı, onlar da çocukken beyaz gelinlikler giymek istedi, onlar da sevilip sevmek istedi. Fakat onlara bu hakkı vermedik, onları bir eşya gibi kullandık, ne biz onları sevdik ne de onlar bizi.
Artık yaptıklarımdan pişmandım, çünkü onlar da bizim gibi insandı. Onların da insanca yaşamaya hakkı vardı, bu hakkı onlara çok gördük, onlara kötü muamele ettik, evet önce Tanrı’nın huzurunda onlar için Tanrı’dan özür diledim ve şimdi tüm hayat kadınlarına sesleniyorum. Sevgili kadınlar, ben bir insan olarak insanlık adına Tanrı’nın huzurunda sizlerden özür diliyorum ve yine şunu bilmenizi isterim. Şu dünyada belki sizi kimse sevmeyebilir, insanlar sizi hor görebilir. Ben İsa’da biliyorum ki siz kötü değilsiniz kötü olan günah ve günahlarımız. İsa da sizi çok iyi tanıyor ve sizi seviyor. O, bizler için geldi, O, benim ve senin için geldi, O, sözünü hasta olanlara getirdi, hasta olduğunu kabul edenlere geldi, onlara bol yaşam ve sonsuz yaşam vermeye geldi, O, bizlere din değil yaşam sözleri getirdi.
İsa senin ve benim için geldi. Ey hayat kadınları sizlere sesleniyorum. Ey, yorgunlar ve yükleri ağır olanlar sizlere sesleniyorum. Dünyanın hiçe saydığı insanlar sizlere sesleniyorum. İsa’yı tanırım, ona güvenin, benim ona geldiğim gibi, olduğunuz gibi gelin, dünyada hiç bir inanç ve hiç bir din sizleri ve beni olduğumuz gibi kabul etmedi.
Çünkü dinler ve inançlar bir şeyler yapmanızı istiyor, oysa İsa gel diyor, seni olduğun gibi seviyorum, çünkü sizler kızlarım ve oğullarımsınız, sizleri olduğunuz gibi kabul ederim diyor. Bizlerden fazla istediği bir şey yok, sadece yaşamlarımızı onun ellerine bırakalım, O bizi taşır. Biliyor musunuz, ey sevgiler daha biz günahkârken Mesih İsa bizim yerimize öldü, senin ve benim için, biz yaşayalım diye kendi yaşamını hiçe saydı. Bizim tek yapacağımız şey günahkâr olduğumuzu kabul etmek. Çünkü Tanrı diyor hepiniz günah işlediniz. Günahsız kimse yok, günahsız olan yalnız Allah ve onun biricik Oğlu İsa Mesih. O’nun önüne gelip, “Evet İsa ben günahkârım, bana yardım et” demeniz yeterli, ona korkmadan içtenlikle yanaşın ve kaybolan oğul benzetmesini okuyun. Hatta İncil’in hayat kadınlarını nasıl bağışladığını göreceksiniz. Evet kardeşler şimdi uyuşturucu, içki ve seksten özgürüm, bunu ben değil bende yaşayan İsa yapıyor, artık tüm hayat kadınlarına başka bir gözle bakıyor ve onları İsa’nın beni sevdiği gibi seviyorum.
Gördüğünüz gibi kardeşlerim, sizlere her şeyimi utanmadan ve sıkılmadan anlattım. Çünkü eskiden ben buydum. Tanrı yani Rab İsa beni çok değiştirdi. Tanrı’yı tadın ve görün. İnanıyorum ki Tanrı bizleri hepimizi değiştirmek istiyor. Biz kendimizi değiştiremeyiz, bizi değiştirecek tek güç ve ad var bu da İsa Mesih.
Bu olayları size anlattıktan sonra tekrar gittiğim kiliseye dönelim. Evet, hâlâ gittiğim kiliseyi düşünüyordum, nerede görmüştüm bu kiliseyi ve ne zaman gelmiştim?
Uzun bir aradan sonra Tanrı ona da yanıt verdi. Bu kiliseyi İsa’ya gelmeden önce rüyamda görmüştüm. Beni üç kişi öldürmek için kovalıyordu ye onlardan kaçarken sığındığım kilisenin ta kendisiydi. Sonra İsa’ya. “İsa peki beni öldürmek isteyen o üç düşman neyin nesiydi?” Yanıt hemen geldi, o üç düşman içki, uyuşturucu ve seksti. Artık onlardan özgürdüm.
İsa hayatımda yeni bir sayfa açmıştı ve yıllar geçip gidiyordu, her şey yolunda idi. Fakat birden bazı şeyler değişmeye başladı. Hastalandım, garip garip yaratıklar görüyordum ve beni korkutuyorlardı, İncil’i okuyamıyordum, okuduğum zaman bir şeyler beni korkutuyordu. Geceleri yatamaz oldum, çünkü yatağımın her tarafı garip yaratıklarla dolu idi, beni boğmaya çalışıyorlardı ve bazı sesler artık kiliseye gitme, İncil’i okuma başına gelen her şey bunların yüzünden geliyor, eğer kiliseye gitmez, İncil okumazsan sana bir şey olmaz diyordu ve bir ay uyuyamadım. İsa’yla konuşuyor Rab İsa bunlar ne, ne oldu bana, niçin korkuyor ve uyuyamıyorum, neden İncil okuyamıyorum, çünkü okumak istediğim zaman bu yaratıklar beni boğmak istiyorlardı. Beni İsa’dan uzak tutmak istiyorlardı. Sonunda onların kötü ruh olduğunu anladım. Fakat, beni sürekli rahatsız ediyorlardı. Ve bir gece, İsa ne olur bana yardım et dedim. Çok korkuyorum görüyorsun bir aya yakın bir zamandır uykusuzum ve hiç uyumadım. Bu kötü ruhları benden uzak tut, ya da beni yanına al, çünkü artık dayanamıyorum.
“Bu ölümden daha beter ne olur yanma al,” dedim ve bütün gece ağladım sonra uyumuşum.
Uyandığımda korkular gitmişti. Sevinçle İsa’ya hamdettim ve onu yücelttim. Çünkü İsa benimle idi ve kötü ruhlar kaçmıştı. İsa’ya geldiğim yıllarda cinlere ve kötü ruhlara inanmazdım ve sonra onların var olduğunu anladım. Bu kötü ruhlar İsa’yla olmamı hiç bir zaman istemiyorlardı. Önceden, bildiğiniz gibi Şeytan’ın saflarında idim, oysa şimdi İsa’yla beraberdim. Şeytan bunu hazmedemiyordu ve onun için bana saldırdı. Hamdolsun, İsa onları ait olduğu yere gönderdi. Fakat İsa’ya niçin bu kötü ruhlara bana saldırması için izin verdin dedim, tabii bu sefer hemen cevap gelmedi. Bir gün çalışırken işyerinden bir çocuk, “Turan ağabey, geceleri ablam garip şeyler yapıyor, eniştemi, bizi boğmak istiyor, geceleri kendini bilmeden evden çıkıp gidiyor, onu bulduğumuzda hiçbir şey hatırlamıyor,” dedi.
“Onu bir hocaya götürdük, onda cin olduğunu söyledi. Fakat ablam iyileşmiyor, daha kötü oluyor, bazen 5-6 kişi onu kontrol edemiyoruz,” dedi. Ben de; “O zaman bugün size geleyim ablanı bir göreyim ve ona dua edelim” dedim. Kabul etti ve akşam kadının evine gittik.
Onlarla tanıştık, kadın çok iyi görünüyordu ve ona, “Sana dua edebilir miyim?” dedim. O da, “Evet” dedi. Dua etmeye başladım ve kadın birden yere düştü ve kendini kaybetti, ne yapacağımı şaşırdım, çünkü bu ilk tecrübemdi. Ne yapacağım, hemen dua etmeye devam ettim. “İsa, ne olur kadın kendine gelsin” dedim. Kadından garip sesler çıkıyordu. Hamdolsun İsa sesimi duydu ve kadın kendine geldi, ona; “Ne oldu sana?” dedim. O da “Bana onlar senin dua etmeni istemiyor, sana küfür ediyorlar” dedi, bende ona: “Onlar kim?” kadın bana; “Gördüğüm şeyler,” diyordu. İlk defa böyle bir şeyle karşılaştım, fakat önce kendim yaşamıştım.
Kadını bu hale getirenlerin kötü ruhlar olduğunu anladım ve onu kiliseye getirdim dua edildi. İsa ona şifasını verdi ve kadın kurtuldu. Sonra o da yaşamını İsa’ya adadı.
Sonra İsa’nın adıyla bir çok hastaya dua ettik, onlardan kötü ruhları kovduk. Hastalar İsa adıyla iyileşiyordu. O yıllarda kilisemize kötü ruha tutsak bir çok hasta geldi. İsa’ya iman eden herkes kurtuldu. Daha önceleri bunları İncil’den okumuştum. İsa ve öğrencileri cinleri kovuyor ve her türlü hastalığı iyileştiriyordu. O zaman biz de aynı şeyleri yapabilirdik. Çünkü bildiğim kadarı ile Tanrı hep aynı Tanrı idi.
O gün de bugün de hep aynı idi. İsa adında hastalara dua etmeye başladım, ve bir çok mucize gördüm. Bir gün akıl hastanesinden bir kız için dua ettim ve kız İsa adında iyileşti. Bunlar için seviniyordum, çünkü bu hastaları iyileştiriyordum. Fakat bunu yaparken şov amacı ile değil onlara acıdığım için dua ediyordum. Çünkü aynı yerlerden ben de geçmiştim. Bu hastaların ne çektiğini çok iyi anlıyordum. Artık duramaz olmuştum, gece gündüz hastalara gidiyor, onlar için dua ediyordum ve onlara İsa’nın adını duyuruyordum. Bende bir şey olmadığını, her şeyi İsa’nın yaptığını söylüyordum. Sonra aklıma bir soru geldi. Bir gün İsa’ya sormuştum “İsa neden kötü ruhların bana saldırmasına müsaade ettin?” Şimdi yanıt gelmişti: “Kötü ruha tutsak insanların neler çektiğini anlayasın diye, çünkü onların ne çektiğini anlarsan bu hastalara tüm yüreğinle dua edersin.” Evet, bu hastaların ne çektiğini anladığım için onlara acıyor ve ağlayarak dua ediyordum, çünkü bu acıyı bir buçuk ay çekmiştim. Sonraları ailem bana kızmaya başladı, “Bir daha kimseye dua etmeyeceksin” dediler, ben de onlara: “Hayır edeceğim, buna kimse mani olamaz!” dedim.
Geceleri bile duaya gidiyordum. Baktılar ki ailem benimle baş edemiyorlar, bana bir teklifte bulundular. “Madem dua edeceksin o zaman onlara dua ettiğinde para al, bu iş bedavaya yapılır mı? Bak, artık seni herkes tanıyor, çok zengin olursun,” dediler. Ben de onlara; “Bu şeyleri parayla almadım ki parayla satayım. Bunları Tanrı bana bedava verdi. O’nun adının yüceltilmesi için,” dedim. Fakat onların ağzından kimin konuştuğunu biliyordum, bu Şeytan’ın ta kendisiydi, beni deniyordu. Evet, maddi durumum iyi değildi, artık az bir paraya çalışıyordum. Şeytan bundan yararlanmak istiyordu. Oysa ben Tanrı’ya güveniyordum.
Bir ameliyattan sonra tornacılığı bırakmıştım. İş değiştirdim ve hiç bilmediğim bir branşta işe başladım.
Artık konfeksiyonda çalışıyordum. İşi bilmediğim için az ücret alıyordum. Fakat önemli değildi, burası kalabalık bir konfeksiyoncuydu. Onlara İsa’yı anlatabilirdim ve işyerinde İsa’yı vaaz ettim, bazı kişiler beni patrona şikayet etti.
Patron beni yanına çağırıp; “Turan, sen insanlara Hıristiyanlığı aşılıyor musun?”diye sordu. Ben de ona: “Hayır Erol ağabey, ben onlara İsa’yı anlatıyorum, bu bence bir suç sayılmaz çünkü verdiğin işi yapıyor, öğle paydosunda da İsa’yı anlatıyorum,” dedim. O ise: “Hayır, bir daha anlatmayacaksın, çünkü bazı kişiler senden rahatsız oluyor,” dedi. Ben de ona: “Ama bazıları da dinlemek istiyor, rahatsız olanlar dinlemesin, ben onlara zorla anlatmıyorum ki,” dedim. “Hadi tamam işinin başına git,” diye karşılık verdi. Aslında patronum Erol ağabey kötü bir insan değildi, yalnız işinin gereği beni uyarmıştı. Sonra işyerinde bazı hastalara istek üzerine dua etmeye başladım. İyileşiyorlardı. Fakat bazı insanlar dua ettiğim kişilere benimle arkadaşlık kurmamasını, bende cinlerin olduğunu ve cinlerle iyi ettiğimi söylüyorlardı. Fakat ben onlara kızmıyordum, benim yapmak istediğim İsa’yı anlatmaktı. Bazen ufak tefek tartışmalar oluyordu. Bana “Pis Hıristiyan!” diye takılıyorlar ve benimle alay ediyorlardı. Bir gün onlara, “Bana Hıristiyan diyerek kötülüyorsanız, bunda bir kötülük göremiyorum, beni suçlamak istiyorsunuz, çünkü suçlayacak hiçbir şey bulamıyorsunuz,” dedim. “Eğer hırsızlık yaparsam, eğer sizlere kötü gözle bakarsam, eğer sizlere yalan söyler ve sizleri sevmezsem beni suçlayın, İsa’ya inandığım ve Hıristiyan olduğum için gururluyum,” dedim. İş yerinde tüm esenliğim kaçmıştı çünkü hiç biri İsa’ya gelmedi.
Daha sonra babam beni evden kovdu. Ardından işten ayrıldım. Felaketler yine üst üste gelmeye başlamıştı. “Neler oluyor Tanrım?” dedim. Artık ne işim, ne evim, ne de sığınacak bir yerim vardı. Korkuyordum.
Eve dönmek istiyor, fakat ailem benimle değil, İsa’yla alay edecek diye eve gidemiyordum. Çok soğuk bir gündü, kar yağıyordu. İçimden bir ses: “Evine git,” diyordu, fakat ben: “Hayır!” diyordum. İsa’yla alay ederler artık gidemem, çünkü ben aileme İsa’nın bir şekilde bana yardım edeceğini söylemiştim. Onlar da bana; “Hadi defol git sokağa da İsa sana yardım etsin,” dediler. Bunun üzerine ben de “Peki gidiyorum, ama göreceksiniz, İsa bana yardım edecek,” demiş ve evden ayrılmıştım. Buna rağmen korkuyordum.
Nerede kalacaktım, bilemiyordum. Beş kuruşum yoktu. Başıboş öylece sokaklarda dolaştım. Korkmamak için ilahi söylüyordum ama yine de üşüyordum. Gökyüzüne bakıp, “İsa neredesin, artık kimsem yok, gidecek hiç bir yerim yok. Beni herkes terk etti, beni herkes bıraktı ama biliyorum sen asla bırakmaz ve asla terk etmezsin,” dedim. Bir köşeye çekilip çocuklar gibi ağladım, bir anda tüm korkularım geçmişti. Eve dönmeyecektim, İsa’yla alay etmelerine müsaade edemezdim. Sonra kendi kendime şöyle dedim: “Korkak yaşamaktansa İsa için ölebilirim, bu, hayatta verdiğim en gerçek ve son karar olabilirdi.” Artık hiç korkmuyordum, İsa’ya sımsıkı sarıldım, biliyordum İsa benimle idi. Henüz ölmemiştim, o zaman İsa’yı paylaştığım insanlarla son kez görüşüp hal ve hatırlarını sormak istedim. Daha önceleri İsa’yı anlattığım Nazan adında bir transseksüel vardı, onu merak ettim. Onunla İsa’yı paylaştığımda içindeki Allah sevgisini gördüm, çok iyi bir dost ve bir arkadaştı. Onu aramak için bir telefon kulübesi aradım, sonunda bir tane buldum ve numarasını çevirdim. Onun sesini duyunca: “Nazan ben Turan, nasılsın?” dedim.
O da; “Bildiğin gibi Turan ağabey, günahın içinde yüzüyoruz, biliyorsun günahkârız. Sen nasılsın, gecenin bu saatinde ne yapıyorsun iyi misin?” diye sordu.
Ben de “Hamdolsun iyiyim Nazan seni merak ettim öyle bir aradım,” dedim.
“Fakat saat çok geç, nereden arıyorsun?” dedi.
“Dışarıdan arıyorum Nazan,” dedim.
“Ama hava çok soğuk, bu saate dışarıda ne işin var?” diye sordu.
“Evden ayrıldım Nazan, babam beni evden kovdu.” “Peki nereye gideceksin, ne yapacaksın?” “Bilmiyorum, elbette İsa bir yer bulur,” dedim.
“Turan ağabey, senin İsan sana bir yer buldu bile, o yer benim evim, gidecek bir yerin yoksa lütfen bende kal. Senin gibi arkadaşa seve seve evimi açarım.”
“Nazan, ne kadar kalacağım belli değil; olmaz, seni rahatsız etmeyeyim.”
“İstediğin kadar kalabilirsin, çünkü sen Allah’a yakın bir insansın, seni tanıyorum yoksa sana gel demezdim,” dedi ve benden bulunduğum yerin adresini istedi.
Arabasıyla gelip beni alıp evine götürdü, karnımı doyurdu ve sıcak bir yatak verdi. Bu insan sayesinde bir çok transseksüelle tanıştım ve onlara İsa’yı anlattım. Hepsi beni çok seviyordu, bana saygı duyuyorlardı. Ben de onları çok sevmeye başladım. Aslında hepsi iyi kalpli insanlardı, onların aradığı tek şey sevilmekti. Onlar da toplum tarafından hor görülmüş, itilmiş insanlardı, ama çok temiz yürekleri vardı.
Altı ay kadar Nazarı’m evinde kaldım. Artık ayrılma zamanı gelmişti, kendime bir iş, daha sonra ise bir ev buldum. Fakat Nazan ağlıyordu:
“Turan ağabey ne olur gitme, sana çok alıştık, istersen hep yanımızda kal, ne olur gitme.”
“Nazan gitmeliyim, lütfen beni anla! Biliyorum neden beni bu kadar çok sevdiğini; çünkü size sevgiyle yaklaştım, sizlere sevgi verdim. Fakat şunu unutma ben yalnız bu kadarını yaptım. Biliyor musun Nazan, İsa seni çok sevdi senin için canını verdi.”
Nazan boynuma sarılarak:
“Eminim öyledir Turan ağabey,” dedi.
Ben de ağlamaya başladım. Sonra vedalaşarak evinden ayrıldım. Fakat yüreğim hep onlarla birlikteydi. Onlar için Tanrı’ya duam hep bu oldu. “Ne olur Tanrım, onları Şeytan’ın karanlığından kurtar ve ışığına al.” Artık yeni bir işe başlamıştım. Bir handa kat görevlisi olarak çalışıyordum. Rab bana yeni bir iş ve yeni bir ev vermişti. İşte böyle sevgili dostlar, Rab İsa beni çok değiştirdi. Şimdi sizlere sesleniyorum:
“Ey dünyanın hor gördükleri ve dışladıkları; evet sizlere sesleniyorum. Yeni bir yaşam almak ister misiniz? İsa’ya gelin, görün ve tadın, O ne tatlıdır. Bütün yorgunlar, yükleri ağır olanlar İsa’ya gelin, yüklerinizi O’na bırakın, O sizin yerinize taşır, çünkü O sizi çok sevdi.”
Evet sevgililer, tam dokuz yıldır İsa’yla yaşıyorum, tüm dertlerimi, tüm sıkıntılarımı O’na anlatıyorum. O beni dinliyor, beni duyuyor. Sizleri de dinlemek, dertlerinize çare olmak istiyor. Tek yapacağınız şey O’na yüreğinizi açmak. Eğer birgün canınız ölüm derecesinde kederlenirse O’ndan yardım isteyin ve Mezmurlar’daki şu duayı okuyun.
Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, nereden yardım gelecek? Yeri göğü yaratan RAB’den gelecek yardım. O ayaklarının kaymasına izin vermez, Seni koruyan uyuklamaz. (Mezmur 121:1-3)
Babamız Tanrı’dan ve Rabbimiz İsa Mesih’ten hepinize lütuf ve esenlik olsun.
Turan EKİNCİ