Aranan Gerçek—Arayan Gerçek
Hiç boşlukta kaldığınız oldu mu? Ben çok kaldım. Hem ben boşluktaydım hem içimde boşluk vardı. Bu boşluğu gidermek ve durabileceğim sağlam bir yer, bunun için de epey caba göstermem gerekti. İşe, inancımı öğrenerek yaşamam gerektiğini düşünmekle başladım.
Önce Arap harflerini okuyup yazmayı öğrendim. Tabii bu arada ibadetimi yapıyorum, araştırıyorum, soruyorum, öğreniyorum. Bana bu da yetmiyor, çünkü tatmin olamıyorum. Aradığım Tanrı’yı bulamıyorum. Oysa çok çaba sarf ettim, çeşitli kaynaklara başvurdum, okudum, okudum, okudum. Ama içimdeki o boşluk hâlâ var. Neden? Yoksa bu benim kaderim mi? Hayır, böyle olmaması gerek. En azından çabalarımın karşılığını görmeliyim. O yıllarda dört kitaba inanırdım ama nedense birisini okurdum. Bir gün bana ders veren hocama sordum. Neden diğer kitapları da okumuyoruz? Verdiği cevap biraz mantıklı geldi. Hepsinin bu kitabın içinde olduğunu söyledi. Şimdi daha çok okumam ve aramam gerektiğini düşündüm.
Acaba Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de ne yazıyordu? Yine kitabı araştırmaya başladım, ama yazık ki diğer kitaplardan bir bölüme rastlamadım. Yine hayal kırıklığı, yine dolmayan boşluk. Oysa şimdiye kadar bu boşluğun dolması gerekirdi. Çünkü yaptığım kötü bir şey değil, gerçeği arıyorum.
Evet bulmalıyım, madem arıyorum, bulmalıyım. Daha sonra hakikati öğrenmek için bir tarikata girdim. Çok sevinçliydim çünkü derviş olmuştum. Artık şeyhim bana gerçeği öğretir diye düşündüm. Yıllarca devam ettim, en büyük kapı benim gittiğim tarikat, en büyük de benim şeyhimdi. Diğer tarikatlara da gittim. Amacım benim tarikatın daha doğru olduğunu onların yanlışlarıyla görmekti. Bir hayal kırıklığı daha. Onlar da en büyük kapı biziz diyorlardı. Bunun üzerine Şeyhimin hataları beni büsbütün yıktı. Oysa ben onu kurtarıcı olarak görüyorum. Boşluk yine…
Ama artık akıllıca davranmam gerek. Kitaba tekrar döndüm. Benim örnek alacağım kişi günahsız olmalı ve beni günahımdan kurtarmalı. Bunu ancak dinin kurucusu yapabilir, beni ancak o günahlarımdan temizleyebilir.
Rehber olarak kabul ettiğim kişinin hayatını okudum, çünkü onu tanımam gerekiyordu. İçimdeki boşluğu ancak o doldurabilirdi. Rehberimin hayatını ve yaptığı işleri okuyup öğrenince bir kez daha yıkıldım, ama devam ettim. Çünkü asıl kaynak okuduğum kutsal ayetlerde olmalıydı. Kitabın Türkçesini okuduğumda farklı değildi. Neden, diyordum kendi kendime? Gerçeği bulmak bu kadar zor olmamalı. Artık yorulmuştum. Önceleri içimde bir boşluk vardı, şimdi buna bir de açlıkla, yorgunluk eklenmişti.
Hep bir şeyleri yanlış yaptığımı düşünüyorum. Sanki önümde kocaman bir yapboz vardı. Ama ben bir türlü parçaları bir araya getiremiyor ve tekrar bozup yeniden başlıyorum.
Dinleri araştırmaya başladım. Bu dinler nereden geldi, kim gönderdi, niçin gönderdi? Ayrıca düşündüklerimi çevremdekilerle paylaşıyordum. Sağolsun dostlarım sohbetimden hoşlanırlardı. Çünkü tarikata devam ettiğim yıllarda bana Bektaşi lakabı takmışlardı, ki bu da benim için bir avantaj oluyordu. Önce kaderciliği bıraktım.
Bunu söylediğimde, yani “Allah önceden herkesin ne yapacağını yazıp sonra geçip bir tarafa oturmaz,” dediğimde “Sen Bektaşisin böyle şeylere inanmazsın,” diyorlardı. Öyle ya, Tanrı birinin kaderine cinayet işleyeceğini yazacak, sonra “Neden yaptın?” deyip cezalandıracak. Tanrı böyle olmamalı. Tanrı sevecen, merhametli, bağışlayan ve kurtaran olmalı. İşte benim aradığım Tanrı böyle olmalı ama böyle bilirini tanımıyorum. Dinler göndermiş, kitaplar göndermiş, yollar yapmış ama kendisine giden yol hangisi?
Ve dinler arasındaki düşünceleri, inançları ele aldım. Başta Yahudilerin beklediği bir kurtarıcı var. Fakat bu kurtarıcı Musa peygamber değil. Daha sonra gelen Hıristiyanlık, onların da beklediği biri var: İsa. Sonraki din ise Müslümanlık, her nedense onlar da İsa’yı bekliyorlar. “Dünyanın sonunda İsa gelip her şeyi düzeltecek!” diyorlardı. Şimdi, haklı olarak kendime bir soru daha soruyorum: “Neden herkes kendi peygamberini beklemiyor da İsa’yı bekliyorlar?” O zaman benim İsa’yı tanımam gerek. İşe bir İncil arayarak başladım.
Bir arkadaşımla birlikte dini kitaplar satan bir kitapçıya gittik. Ona nasıl davranacağımı önceden tasarladım. İçeriye selam vererek girdim. Ona şöyle sordum.
– “Hacı efendi, acaba Türkçe Kur’an bulunur mu?”
Hacı efendi gayet sakin
– “Tabii bulunur,” dedi. İkinci sorum galiba biraz kendisini kızdırmış olmalı.
– “Hacı efendi, peki Türkçe İncil bulunur mu?” Bir önceki soruma gayet sakin ve olumlu cevap veren Hacı efendi sanki yoktu; yerinde başka biri vardı.
– “Çık dışarı! Bizde öyle şeyler olmaz.”
-“Hacı efendi yanlış anlama, biz bunu sadece okuyup araştırmak için arıyoruz,” dedim.
– “Okuyacaksanız Kur’anı okuyun, bunda hepsi var,” dedi. Yine eski hikâyelere döndük. Hep aynı şeyler.
Ama Hacı efendinin tepkisi benim merakımı daha çok uyandırdı. O günden sonra daha çok aramaya başladım.
Böylece yıllar geçti. Yıl 1988. Bir dergi okuyorum, ve dergide bir ilan gördüm.ilanda şöyle yazıyordu: “İncili hiç okudunuz mu?” Benim için bu bir fırsattı. Hemen yazıp istedim.
Şimdi daha çok açlık çekiyorum ama sevinçliyim. Hiç düşündünüz mü? Aç insan nasıl sevinir? Çünkü yakında Hazreti İsa’yı tanıyacaktım.
Bir süre sonra İncil’e kavuştum. Ama ben daha önce yani mektuplaşmalar sırasında İncil’i iyice okumuştum. İncil’in değiştirildiğini ve bir İncil değil, dört İncil olduğunu söyleyen birisi okumam için getirmişti.
Bu harika bir Müjde, harika bir haber. Tanrı’yı şimdi daha çok seviyorum. Çünkü O’nun beni ne kadar çok sevdiğini öğrendim. İsa Mesih’i, daha şimdi tanıyorum. Eskiden tanıdığım Hazreti İsa böyle değildi. Şimdi bir Kurtarıcım var. Hep beni çağıran beni günahlarımla kabul eden ve bu yükten kurtaran, “Ey bütün yorgunlar ve yükü ağır olanlar! Bana gelin, ben size huzur veririm. Ben yumuşak huylu alçakgönüllüyüm. Boyunduruğuma girin benden öğrenin, böylece canlarınız huzur bulur.” Matta 11:27-29 diyen bir Kurtarıcım var. Sevinçten uçacak gibiyim, ne de olsa yüklerimden kurtuldum ve İsa’da rahat buldum.
Hep sırtında ağır yükü olan hamalları düşünürüm. Bu hamalların omuzlarından yükü atmadıkça rahatlamaları mümkün mü? Hamalın tek düşüncesi var, yükü yerine teslim edip rahatlamak.
Evet, bende yıllarca taşıdığım ağır yükümü yerine, ücretimi ödeyenin istediği yere teslim ettim. Yükümü aldı ve beni kurtardı, Rab’be hamdolsun.
Ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama şimdi aklıma gelmişken bir kıssa anlatacağım. Çünkü bu kıssayı çok severim. Kıssa şöyle:
Nasrettin hoca saz çalmaya merak salmış. Almış sazı eline başlamış tellerine vurmaya. Etraftan görenler:
-“Hocam, ne yapıyorsun?” demişler. Hoca gayet sakin:
“Saz çalıyorum.” Deyince,
– “İyi de hoca, biz daha önce de saz çalanları gördük, parmakları perdelerin üzerinde bir aşağı bir yukarı gider, oysa sen tutmuşsun bir yerden ha bire vuruyorsun.”
Hoca yapıştırmış cevabı:
– “Onlar benim tuttuğum yeri arıyorlar, oysa ben buldum,” demiş.
İşte, yıllarca bir aşağı bir yukan, bu yükten nasıl kurtulacağımı düşünürken, biri gelip yükümü alıyor ve beni rahatlatıyor. Bu sevincimi paylaşmalıyım. Bulduğum bu huzurun nedenini herkese söylemeliyim. Evet şimdi imanla söylüyorum:
Tek kurtarıcı, tek yol, tek kapı İsa Mesih’tir.
Memik ACAR
Terzi Gaziantep