Ailemin inandığını söylediği Allah göklerde, bense yerdeydim. Yaşadığım onca acıyı, onca reddedilişi, onca aşağılanmayı sadece seyretmekle yetinen, müdahale etmeyen, bu sahipsiz bırakılışın karşılığında ise benden itaat bekleyen, yanlış yaptığımda cehenneminde yakmakla tehdit ederek bana parmağını sallayan bir Tanrı beni ne kadar anlayabilirdi ki?
Dokuz yıl önce bir kez daha ciddi bir rahatsızlık geçirdim. Omurgamda anlatılması imkansız bir sancıyla kıvranıyordum. Doktora gittiğimiz her seferde sonuç aynıydı. “Yapacak bir şey yok eve götürün” diyorlardı. Morfin içerikli ağrı kesiciler kullanmama rağmen çok kısa süreli diniyordu acılarım. Hiçbir şey yiyemiyor, uyuyamıyor, oturamıyor, yatamıyordum. 34 yaşındaydım ve sadece 39 kilodaydım. Tek kişilik koltuklardan birinde arkamda ve ayaklarımın altında yastıklarla uykuya daldığım bir gün rüyamda çok net bir ses duydum: “Gül’ü ara, Dayen gelip sana dua etsin.” Gül, benim kız kardeşimdi. Bu rüyayı gördüğümde onun İsa Mesih’i kabul etmiş olduğunu da, Dayen isminde bir arkadaşı olduğunu da bilmiyordum. Anneme, “Anne, Gül’ü ara, hemen Dayen gelip bana dua etsin” dedim. Annem, ölmek üzere olduğum için bilincimi yitirdiğimi sanarak kardeşimi aramış. Ölmek üzere olduğumu ve delirmeye başladığımı söylemiş. Kız kardeşim ne olduğunu sorduğunda ise, “Gül’ü ara, Dayen gelip bana dua etsin diyor” demiş. Kız kardeşim ağlayarak Dayen’i de alarak hemen geleceğini söylemiş. Akşama doğru Dayen ve kız kardeşim geldiler. El koyup dua ettiler ve gittiler. Yaklaşık bir aydır hafif dalmalarım dışında uyku uyumuyordum. O duadan sonra yaklaşık 5 saat kadar rahat şekilde uyudum. Uyandığımda acıktığımı hissettim. Sürekli kustuğum için uzun zamandır hiçbir şey yiyemiyordum, ama o gün yemek yedim; sonrasındaki günlerde ise hızla iyileşerek çalışmaya başladım.
Tanrı’yla aramdaki mesafeyi hâlâ koruyordum ve sadece çevremdeki Müslümanlara duyduğum tepkiden dolayı boynumda bir haç ve kolye taşıyordum. Bu, Tanrı ile arama koyduğum sınırı çizen keskin bir çizgiydi bana göre. “Sizin Tanrınız benim Tanrım değil” diyordum kendimce.
Konsomatrislik yaptığım iş yerinde bir gün iş bitimine on beş dakika kala garson yanıma gelip, “Şu masada oturan adamın da boynunda haç var, Belki senin boynundaki haçı görünce sana ısmarlar” dedi. İlgimi çekmişti benim de. Yanına gidip, “Merhaba” dedim. Sadece sohbet etmek istediğimi söyledim. Kabul etti. Konuştuk. Kutsal Kitap’tan, İsa Mesih’ten söz etti. Sonra birkaç gün yine geldi. Bana bir İncil hediye etti. Okumaya başladım ve okudukça, “İşte benim Tanrım bu” dedim. İsa Mesih’le tanıştım. Evet beni anlaması için Tanrı’nın benim yaşadıklarımı yaşaması gerekirdi. İsa Mesih yaşamıştı, benim çektiğim onca acıyı O da çekmişti. Benim çektiğim onca acıyı çekmesi, onca reddedilişi yaşaması, onca aşağılanmaya katlanması gerekirdi… İsa Mesih hepsini fazlasıyla yaşamıştı. Yaşamış olduğum her şeye birer birer tanıklık eden tek Tanrı O’ydu.
Dokuz yıldır imanlı bir yaşam sürmeye gayret gösteriyorum. Ne kadar başarılı olabiliyorum onun taktirini Tanrı’ya bırakıyorum. İman ettikten sonra sanki Tanrı bana sihirli değneğiyle dokundu. Artık çok iyiyim, hiçbir hastalığım kalmadı diyebilmeyi isterdim, ama hâlâ pek çok hastalıkla mücadele ediyorum. Fakat artık biliyorum ki onca denenmeden geçerken benimle birlikte olan, yaşadıklarımı ve çektiğim acıları çok iyi bilen bir Tanrı var yanımda; O, yürüdüğüm bu zorlu yolda elimi hiç ama hiç bırakmıyor. Tanrı vaat ediyor; diyor ki, “Korkma, çünkü seni kurtardım, seni adınla çağırdım, sen benimsin. Suların içinden geçerken seninle olacağım. Irmakların içinden geçerken su boyunu aşmayacak. Ateşin içinde yürürken yanmayacaksın, alevler seni yakmayacak.” Tanrı bu sözleri sadece bana söylemiyor. Benim yaşadıklarımı yaşayan, acı dolu denenmelerden geçen sizler için de söylüyor. Bence O’na kulak verin. Rab’bin sevgisi ve esenliği daima sizlerle olsun.
Deniz AYDIN